Bilgehan Uçak yazdı: Namus, mahrem ve güven

Marquez, insanın üç hayatı olduğunu söyler.
Bunlardan biri kamusal hayatı, biri özel hayatı, biri de mahrem hayatıdır.
Hiçbir zaman tam anlamıyla bilinemeyecek olan mahrem hayat, edebiyatın ve psikanalizin temel uğraş alanıdır; zira insanın gözlerini yumduğunda düştüğü sonsuzluk boşluğu, sınırsız düşünceye ve dile getirilmeyecek isteklere, daha düşüncesi bir tohumken bile tüyleri ürperten fantezilere kapı aralar.
Bir insan, kamusal hayatında yaptıklarından ötürü kıyasıya eleştirilebilir.
Özel hayata geldiğimizde iş biraz daha çetrefilleşir; ayıp ya da günah sadece o kişiyi bağlarken, “suç” herkesi ilgilendirir.
Ama hayata “müdekkik nazarlarla” bakan edebiyatçılar haricinde, mahrem hayatın kutsallığı vardır; oraya giremezsiniz, oraya girmemelisiniz.
Son günlerin insanı bir girdap gibi içine çeken gündemini, içim epey burularak izliyorum.
Mahremiyetin böylesine yerlere çalınması bende bir paparazzi heyecanı yaratmıyor; bilakis beni üzüyor.
Ela Rümeysa Cebeci, benim yüksek lisanstan sınıf arkadaşım.
Aynı dönemde Bilgi’deki Kültürel İncelemeler programına kaydolduk, epey bir dersi birlikte aldık; hatta yüksek lisans günlerimi anlattığım Mahalle Yanarken’de diğer sınıf arkadaşlarımla birlikte onun ismi de çeşitli yerlerde geçer.
Ela suçlu mu, değil mi bilmiyorum; düzenli uyuşturucu kullanan biri mi, bilmiyorum; seneler içinde bambaşka yerlere savrulmuş olabilir, olmayabilir; beni bu kısmı pek ilgilendirmiyor, bu adliyenin konusu.
Bu dosya özelinde beni esas kaygılandıran, daha doğrusu hepimizi kaygılandırması gereken, insanların mahrem hayatlarında neler yaptıkları değil; soruşturmanın ilerleyiş şekli.
Haberlerden okuduğuma göre Ela, telefonunun şifresini adli makamlara vermiş; onlar da çeşitli incelemeler yapmışlar, belki de hâlâ yapılıyordur.
Ama sonrası korkunç bir hâl aldı.
Biz neden bir insanın başka biriyle yazışmalarını okumaya başladık?
Biz neden bir insanın mahremiyetinin uluorta serilmesini hevesle bekler hâle geldik?
Adliye, adaleti işletmesi gereken insanların çalıştığı yerdir.
Adalet dediğiniz de devletin omurgasıdır; adaleti çekip alırsanız ortada devlet falan kalmaz.
Biz adalete güvenemeyeceksek, kime güveneceğiz?
Kamusal hayat zaten göz önünde yaşanıyor; özeli ve mahremi korumak ise devletin sorumluluğunda olmalı.
Suçun üstüne gidilsin ama insanların namusu, şerefi, haysiyeti korunsun.
Hatta bazen öyle durumlarla karşılaşırız ki, insanların namus, şeref ve haysiyetlerini, o insanlara rağmen bile korumamız gerekir.
İnsan kendine neyi isterse yakıştırabilir, kendisini en rezil sıfatlarla dahi adlandırabilir; ama biz, o insanların da bir ailesi, eşi, dostu, seveni olduğunu düşünmek zorundayız.
Bir başkasının mahreminin ortaya serilmesinden zevk alır ve bunun doğru olmadığını söylemezseniz, yarın sizin mahreminiz uluorta paylaşıldığında, daha kötüsü eşinizin ya da kızınızın mahremi herkesin diline düştüğünde, söyleyecek bir sözünüz olmaz.
Hatırlar mısınız, Ergenekon soruşturmaları esnasında, ne gereği varsa, İlhan Selçuk’un bir akrabasıyla Fashion TV’deki modeller üzerine yaptıkları yorumları da okumuştuk.
Fethullahçılar yok etmek istedikleri birini gözlerine kestirdiklerinde, onu sokağa çıkamayacak hâle getirirlerdi; ailesi paramparça olurdu; itibarını yok etmek, birçok zaman o kişiyi suçlu ilan etmekten daha önemliydi.
Bu yöntemler bizi bir yere getirmedi.
Öte yandan, Mehmet Akif Ersoy’un kendisini taciz ettiğini iddia eden ve yaşadıklarını Sabah’tan Tuba Kalçık’a etraflıca anlatan, Habertürk’ün eski programcılarından Nur Köşker de benim tamamlayamadığım Boğaziçi doktoradan sınıf arkadaşım.
Nur, çok somut ithamlarda bulunuyor.
Pek tabii ki bunlar da şimdilik sadece birer iddia; ama tanıdığım kadarıyla Nur’un böyle bir konuda yalan söylemeye ihtiyacı yoktur.
Tartışmamız gereken yerin tam da burası olduğuna inanıyorum: İnsanların hangi partilerde, kaç aynalı odalarda, hangi kostümlerle, kaç kişiyle birlikte seviştiği değil. Bunlar bizi hiç ilgilendirmez. Bizi esas ilgilendiren, insanların kamusal hayatlarında yaptıkları olmalı.
Özellikle kadınların mahrem cinsel hayatlarının bu şekilde alay konusu olmaması lazım; gerekirse, onlara rağmen.
Ne de olsa benim içimde de bir derebeyi artığı var.
Medyascope



