Hatay bizimdi bizim oldu

Hatay bize tarihi derinlikler içerisinde dinleri çağrıştırıyor. Yıllar öncesi TRT’nin hazırladığı bir belgeselde Antakya, Çan-Ezan-Hazzan şeklinde sloganlaştırılmıştı. Bu topraklar peygamberler yurdu. Her kalıntının ardında bir söylence var. Dini ortamlar yüzyıllardır barış içinde sürdürüle gelmiş. Bugün de sürdürülmekte. İsa peygamberin ilk havarilerine inananlar buraya yerleşmişler. Şehirde sayıları az da olsa Museviler ve onların ibadethaneleri de var. İnsanı etkileyen husus üç dinin cemaatiyle ve ritüelleriyle barış içinde bir arada yaşıyor olmaları. İslam dünyasının ilk camilerinden birisi olan Habib Neccar Camii burada. Habib-i Naccar bir Hristiyan ya da dinsiz marangoz. İsa’nın havarilerine yardım ettiği için öldürülmüş. Hristiyan olmasına karşın bu camiye onun adı verilmiş. Antakya’da Müslüman ve Hristiyan mezarlıkları da yan yana. Kabirler bile komşuluk ilişkilerini sürdürüyorlar.
Vatan savunmasını her şeyden önemli gören Atatürk'e Kurtuluş Savaşı'nı kazandıran da vatan sevgisi ve milletine olan büyük güveni olmuştu.
“Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların mel'un ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir,” sözleri ve inancı, Milli Mücadele'de kendisine ve milletine rehber olan onu başarıya ulaştıran temel düşüncesiydi.
Vatanı için her türlü zorluğa katlanan Atatürk, hayatının en zor günlerinde kendisini eritip bitiren hastalığıyla mücadele ederken bile vatanını ihmal etmemiş, Hatay'ın Türkiye'ye katılması için gayretlerini sürdürmüştü.
15 Mart 1923 pazar günüydü. Atatürk, Adana istasyonunda trenden inmiş, sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları ve "Yaşa, varol!" sesleri arasında yaya olarak şehre gidiyordu.
Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk'ün önünde durdular, arkalarında bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın şahsında henüz esir bulunan Hatay’ın Türkhalkı, "Bizi de kurtar!" diye yalvarıyordu.
Herkesin gözleri yaşarmıştı. Hıçkıranlar vardı.
Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi.
Genç kızın nutku bitince, alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünden bir çelik parıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:
"Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!" dedi.
On altı yıl sonra Hatay davasının en heyecanlı günlerinde hasta ve bitkin olmasına, mutlak istirahat tavsiyesine rağmen, Hatay'a yakın olmak için, tekrar Adana'ya gitti. Dört saat ayakta durmak ve çalışmak gibi olağanüstü metanet gösterdi. Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü kaybettik.
İsmail Habib bu bahsi şöyle bitirir:
"Hatay, Hatay!.. Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu."
Vatanı ve milleti için yaptığı hizmetleri asla yeterli görmeyen bir ruh yüceliğine sahip olan Atatürk, hayatı boyunca yurdunu, dünyanın en gelişmiş ve en çağdaş memleketleri düzeyine çıkarmak için mücadele etmişti.
''Bu vatan çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layıktır.'' sözleriyle vatana olan sevgisini açıkça ortaya koymuştu.
İstanbul Gazetesi