Cannes’da Amerikan çıkarması

Emrah KOLUKISA
Hollywood her zaman Fransa’da ve tabii ki Cannes’da izleyicisinden, yapımcısına, festival yöneticisinden film dağıtımcısına, kısacası hemen herkesin ağzının suyunun akmasına sebep olageldi.
Bu yıl 78. kez düzenlenen Cannes Film Festivali’nin ikinci gününde Amerikan sinemasının üç önemli efsanesinin neredeyse aynı saatlerde sahne alması ise bu küçük Fransız sahil kentinde gerçek bir Amerikan çıkarmasına dönüştü sanki. Öğlen saatlerinde önce dünyanın dört bir yanından gelen foto muhabirlerin, ardından da görece sayısı küçük (100-150 kişi kadar) ama sinema tutkusu sorgulanamayacak denli büyük bir hayran kitlesinin (ki bu kitle ağırlıklı olarak imza ve ‘selfie’ peşindedir) karşısına çıkan Tom Cruise ciddi bir hareketliliği başlatan isim oldu. Çıkarmanın öncü ve belki en etkili vurucu gücü oldu desek yeridir.
Zaten sabahın erken saatlerinden itibaren Festival Sarayı’nın çevresi alabildiğine uzak bir noktadan kesilen ve yönü değiştirilen trafiğin de etkisiyle bir ablukaya alınmış ve her zaman rahatlıkla girip çıktığını ara yollar bile geçici olarak ulaşıma kapanmıştı. Tom Cruise, Tom Kriz’e dönüştü esprileri de yapıldı hatta, durumla dalga geçmek adına.
Tom Cruise ardından son 4 “Mission Impossible” filminin yönetmenliğini üstlenen Christopher McQuarrie’nin söyleşisini ‘bastı’ ( dendiğine göre bir sürprizdi bu) ve büyük ölçüde mikrofonu ele geçirerek kendi anılarını anlattı. Bizzat gidip görmek nasip olmadı ama McQuarrie dahil kimsenin bu durumdan şikayetçi olduğunu ve Tom Cruise’a çemkirdiğini sanmıyoruz. Tabii gecenin en büyük hadisesi tam da günün batmaya yüz tuttuğu saatlerde düzenlenen “Mission Impossible – The Final Reckoning” filminin kırmızı halı seremonisi ve ardından gelen dünya prömiyeri oldu. Cruise en son 2022 yılında “Top Gun – Maverick” filminin galası için Cannes’a gelmişti ve hatta onun şerefine Fransız Hava Kuvvetleri jetlerini kaldırıp gökyüzünde gösteri uçuşu yaparak ünlü yıldızı selamlamıştı. Bu sefer bu denli abartılı bir saygı duruşu yoktu belki ama yine de canlı bir orkestranın filmin o ünlü müziğini çalarak eşlik ettiği kırmızı halı geçişinin renkli görüntülere sahne olduğunu tahmin edersiniz. Merak eden festivalin resmi Youtube kanalından izleyebilir.
Kısaca filme de değinecek olursak, 3 saate yaklaşan uzun süresine rağmen sıkmadan akıp giden, serinin ve Ethan Hunt’ın geçmişiyle geçmişiyle bağlar kuran ama son tahlilde sinemanın ‘eğlence’ kanadında kendini var eden bir seyirlik, tam da umduğunuz gibi. Tabii Tom Cruise yine anlamsızca imkansız sahnelerde oynuyor ve kuzey denizinin derinliklerinden Afrika’nın göklerine uzanan bir sklada çeşitli zorlukların üstesinden geliyor. Yine de önceki filmlerden akıllarda kalan kimi ikonik sahnelerin bir benzerini bulmakta zorlanabilirsiniz, onu söyleyelim. Ve evet, fena halde bir finale benziyor, yani başka bir “Mission Impossible” macerası görmeyebiliriz.
DE NİRO’YU KONUŞTURMAK ÇOK ZORMcQuarrie ve Cruise söyleşisini es geçmemin önemli bir sebebi de bir başka efsanenin, Robert De Niro’nun izleyiciyle buluştuğu söyleşiyi tercih etmemdi. 60 yıla yaklaşan kariyeriyle dünya sinemasının en çok takdir gören iki-üç oyuncusundan biri olan Robert De Niro’nun söyleşisinde soruları Fransız sanatçı JR soracaktı ve hangi konulara değinileceği merak konusuydu. Bir süredir bir belgesel için birlikte çalışan bu iki ismin sahnedeki varlığı heyecan vericiydi doğrusu ama yaklaşık 10 dakikalık bir alkış tufanının ardından konuşmaya başladıklarında işlerin hiç de kolay gitmeyeceğini anladık.
Sonradan başka katılımcılarla da bunu konuştuk aramızda ve anladık ki herkes söyleşinin hiç de bekledikleri kadar iyi geçmediği konusunda hemfikir. Bu bir ölçüde Robert De Niro’nun konuşmayı çok sevmemesinden kaynaklansa da daha çok JR’ın söyleşiyi yanlış yönlendirmesinden oldu sanki. JR çok önemli bir fotoğrafçı, sinemacı ve sanatçı, buna şüphe yok ve muhakkak ki De Niro ile çektiği belgesel bittiğinde (kısa bir bölümünü izledik söyleşi arasında ama ne zaman biter kendileri de bilmiyor) ortaya etkileceyi bir film çıkması kuvvetle muhtemel ama De Niro büyük ölçüde babası, annesi, ailesi üzerine inşa edilmiş söyleşi sırasında bir hayli içine kapandı ve çok kısa yanıtlar vererek iç dünyasını açmadı. Bu noktada söyleşinin seyrini değiştirip sinemaya getirmek, çalıştığı yönetmenleri, oynadığı rolleri sormak iyi olabilirdi ama JR buna yanaşmadı. Hatta arada espri yollu izleyiciye dönüp “Neyle uğraştığımı görüyor musunuz?” gibi serzenişte bile bulundu. Neyse ki son 20 dakika sorular salondan geldi de De Niro farklı konulara girerek biraz (ama yine çok değil) vites yükseltti. Velhasıl, hazreti canlı kanlı görmek, yakınında bulunmak bile iyiydi… Söyleşinin en başında sunum için sahneye gelen Thierry Fremaux’nun dediği gibi, yıllar sonra şunu diyebilmek bile güzel olacak: “Ben de oradaydım.”
BİR SİNEMA TARİHÇİSİ OLARAK TARANTİNOCannes Klasikler bölümünde Amerikan sinemasının western türünde çok ürün vermis yönetmenlerinden George Sherman’ın iki filmi gösterildi aynı gün, hemen hemen aynı saatlerde. İşin ilginç yanı bu iki filmi (“Red Canyon” ve “Comanche Territory”) seçen kişi de Quentin Tarantino idi ve iki film arasında bir konuşma yaptı. Organizasyondaki bir karışıklık yüzünden konuşmanın bir bölümünü kaçıran izleyiciler arasındaydım ama hala yine de Tarantino’nun sunumunu dinleme fırsatı buldum.
TRT’nin güzel günlerinde muhtemelen Pazar Sineması kuşağında izlediğimiz westernlerin bazılarında imzası bulunduğunu düşündüğüm Sherman hakkında konuşan Tarantino’yu dinlerken onun aslında Amerikan sinema tarihine dair ciddi bir akademik bilgisi olduğunu da anladım. Konuşmanın ardından o da izleyicilerin arasına oturdu (çünkü dediğine göre bu filmleri hiç büyük perdede izlememiş, hep DVD vs olarak izlemiş) ve film boyunca o kendine özgün yüksek sesli kahkahalarıyla varlığını hissettirmeyi ihmal etmedi. Bize de aynı gün üç Hollywood efsanesiyle aynı havayı solumanın tuhaf büyülü hissi kaldı geriye. Sinema biraz da bu değil mi zaten?
BirGün