Kabotaj ve deniz folkloru

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması uyarınca kapitülasyonlar lağvedildi, kabotaj hakkına kavuştuk. Türkiye’nin büyük ölçüde bir yarımada ülkesi oluşu ve 8333 kilometre kıyı uzunluğu olan yarımada konumlu ülkemiz denizciliği büyük imkanlara kavuştu. 19 Nisan 1926 tarihinde çıkarılan 815 sayılı yasaya göre Türkiye limanları arasında yalnız Türk teknelerinin hizmet görmesi zorunlu kılındı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde imparatorluğun kabotaj hakkı yoktu. Ancak 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması uyarınca kapitülasyonlar lağvedildi. Böylece Türkiye kabotaj hakkına kavuştu. Türkiye’nin büyük ölçüde bir yarımada ülkesi oluşu ve kıyı uzunluğunun 8333 kilometre olduğu dikkate alınırsa bu Türk denizciliğine büyük bir imkân tanıyordu.
Denizcilik tarihinde, Türk bilginlerinin “Sekiz Yulduz” dedikleri deve şeklinde bir yıldız kümesi uğursuz olarak kabul edildiği belirtiliyor. Açık deniz gemicileri bu yıldız kümesini iyi tanırlarmış. Bulunduğu yöne gemilerini götürmez, askerî harekât yapmazlarmış. Savaşta bu yıldız kümesi ile karşı karşıya kalmaktan sakınırlarmış. Bugünkü kara ve demiryollarının olmadığı asırlarda, askerlerimiz savaşın olacağı en yakın noktaya kadar deniz yolu ile taşınmaktaydı. Şu Kastamonu türküsünün geçmişi Kırım savaşlarına kadar uzanıyor:
“Sivastopol önünde yatan gemiler
Atar nizam topu dünya iniler
Askere gidiyor babayiğitler
Anacığım anacığım bana ağlama
Eğer gelmez isem kara bağlama”
Denizle ilgili deyimlerimiz ve atasözlerimiz var. Önce birkaç deyimden örnek verelim: Denizde birden fırtına çıkmasına “Deniz bindirdi” deniliyor. Olması zor bir iş anlamında “Deniz kenarında kuyu kazmak” denilmiş. Gün görmüş geçirmiş eski denizciler de “Deniz kurdu” diye anılıyorlar.
Gemi sallanmasından midesi bulanıp hastalananlara “Deniz tuttu”, çok paralı kimselere, “Denizde kum onda para”, ele geçirilip geçirilmeyeceği belli olmayan bir şeye “Denizde balık”, Bir şeyin aslına oranla pek küçük bir bölümüne, “Denizden bir avuç su”, Yeni girdiği çevreye alışmakta sıkıntıya düşmeye; “Denizden çıkmış balığa dönmek” deyimleri kullanılmış. Büyük güçlükleri yenmişken, önemsiz bir neden dolayısıyla başarısızlığa uğrayanlara da “Denizden geçip kıyıda boğuldu,” denilmiş. Çok uğursuz ya da şanssız kimseye, “Denize girse kurutur” diyorlar.
Denizle ilgili atasözlerimizin birinde “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir,” denilmekte ne anlatılmak istenmiş?
Yapılan iyiliklerden mutlaka karşılık beklenmemelidir. Öyle iyilikler vardır ki kul kıymetini bilip karşılığını göstermese de Allah onun mükâfatını verir. Bazı iyilikler de vardır ki kişileri doğrudan ilgilendirmeyebilir veya iyilik yapılan kişi bunun farkında olmayabilir. İyilik bir sadaka gibidir. Gizli ve karşılık beklemeden olmalıdır.
Denizle ilgili birkaç atasözü daha ekleyelim:
“Deniz kenarında dalga eksik olmaz.”
“Denizdeki balığın pazarlığı olmaz.”
“Denize düşen yılana sarılır.”
“Karpuz kabuğu suya düşmeden denize girilmez.”
Derler ki “Deniz yoğurt olsa kaşığı olan yer.” Deniz sevilir de, densiz sevilmez. Ayrıca, deniz dalgasız, gönül sevdasız olmaz.
Sevgili okuyucular kelimenin aslı “Eyyâm ola,” veya “Hey yâ Mevla”dır. Zaman içinde “Heyamola” haline gelmiş. Gemicilerin gemi demirini alırlarken veya kürek veya ağır bir şeyi çekerken "haydi çek, gayret" anlamında bir ağızdan yüksek sesle ve makamla söyledikleri söze deniliyor.
İstanbul Gazetesi