Aileniz sizin olsun, biz yaşayacağız

Tek adam rejiminin ve sağ siyasetin kadınlar üzerinden giriştiği toplumsal mühendislik dizaynında yeni bir adım daha geldi. Kadınların tüm kazanımlarını hedef alan, her gün katledilmelerini izlemekle yetinen rejimin gerici politikaları ‘’Aile yılı”nda tartışmalı uygulamaları da beraberinde getirdi. Tüm varlığını gericilik üzerine inşa eden ve kadını yok sayan politikaları artırarak devam ettirenler bu sefer de “doğum” dayatmasını ortaya attı.
Doğurganlık hızının 1.51’e düşmesi rejimi tedirgin ederken İYİ Parti’den de skandal bir teklif geldi. Meclis’e sunulan teklifin kabul edilmesi halinde 3 çocuk doğuran kadınlar KPSS şartı aranmadan kamuda istihdam edilecek.
Öte yandan Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Hizmetleri Genel Müdürü Enes Efendioğlu Aile ve Gençlik Bankası fonu kapsamında verilen evlilik kredilerinin kapsamını genişletmek amacıyla yeni bir düzenleme üzerinde çalışıldığını belirtti.
Mevcut evlilik kredisi modelinde, genç çiftlere faizsiz olarak verilen kredi için ilk iki yıl geri ödeme alınmıyor. Yeni düzenlemeyle, çocuk sahibi olan çiftler için bu krediyi geri ödemekten tamamen ya da kısmen muaf tutulmaları hedefleniyor.
KADINLAR SADECE ANNELİKLE TANIMLANIYORBu düzenlemelerle kadınların erken yaşta evlenerek hem işgücüne katılması hem de çocuk doğurup tüm bakım yükünü ve ev işlerini üstlenmesi de devam ettirilmek isteniyor.
Kadınlara göre bu hamleler, kadınların kamusal hayata katılımını annelik üzerinden sınırlayan ve onları sadece doğurganlıklarıyla konumlandıran gerici ideolojinin bir yansıması. İlk anda olumluymuş görünen teklifin pek çok sakıncası olduğu dile getirildi.
Rejimin nüfus politikaları, toplumu “diri” tutmak ve “ahlaki çözülmeyi” önlemek gerekçeleriyle gerici bir zemine oturtuluyor. Kadının asli görevi olarak annelik ve ev içi roller öne çıkarılırken çalışması ancak bakım emeğini sırtlanmaya devam edecekse hoş görülüyor.
Evlilik ve çocuk dayatmaları sürerken her gün en az bir kadın öldürülüyor. 2025’in başından beri en az 172 kadın katledildi. Kadınları koruyamayan, doğan çocuklara bir gelecek sunamayan iktidarın teşviklerinin göstermelik olduğunu belirten kadınlar, ‘’Önce kamucu politikaları önceleyin, kadınları koruyan yasaları uygulayın’’ diyor.
∗∗∗
KADINLARIN NEREDEYSE TAMAMI ANNELİK ZOR DİYORAreda Survey’in 05-08 Mayıs 2025 tarihleri arasında, 1.100 kadının katılımıyla gerçekleştirdiği araştırmaya göre, katılımcıların büyük bir çoğunluğu Türkiye’de anne olmanın kolay olmadığını düşünüyor. Katılımcıların yalnızca yüzde 13,2’si anne olmanın kolay olduğunu belirtirken, yüzde 86,8’i bunun oldukça zor olduğunu belirtiyor.
Araştırmada katılımcılara anneliğin en büyük zorlukları sorulduğunda, ilk sırada maddi imkânsızlıklar geliyor. Katılımcıların yüzde 73,6’sı maddi koşulların annelik sürecini zorlaştırdığını ifade ediyor. Bunu yaşam şartlarının zorluğu yüzde 57,9ve güvenli bir ortamın eksikliği yüzde 57 izliyor. Ayrıca gelecek kaygısı yüzde 52,6, kendine zaman ayıramama yüzde 52,1, yoğun stres yüzde 46,1, artan sorumluluklar yüzde 44,9, psikolojik ve sosyolojik etkiler yüzde 42,7, eğitim yetersizliği yüzde 41,9, çevresel faktörler yüzde 40, çocuğa zaman ayıramama yüzde 36,5, bakım veya bakıcı bulma sorunu yüzde 33,2 ve iş hayatının zorlukları yüzde 28,5 da öne çıkan diğer zorluklar arasında yer alıyor.
∗∗∗
DOÇ. DR. SELİN PELEK: BAKIM YÜKÜNÜ ORTADAN KALDIRMAZBu teklifin amacı, kadınları üç çocuk sahibi olmaya teşvik etmek gibi görünüyor. Ancak üç çocuğu olan bir kadını kamuda istihdam etmek, ebeveyn olarak karşılaştıkları sorunları çözmüyor.Birincisi, bu kadınlar çalışırken çocukların bakımını kim üstlenecek? Kamusal kreş hizmetleri çok kısıtlı. Bu nedenle sadece istihdam sunmak, bakım yükünü ortadan kaldırmıyor. Ayrıca memur maaşları üç çocuğun ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor. Bırakın üç çocuğu, bir çocuğa bile yetmeyebilir. Dolayısıyla bu, ekonomik sorunlara da çözüm değil.İnsanların daha az çocuk sahibi olmasının temel nedenleri arasında eğitim ve sağlık sistemlerine olan güvensizlik var. Bu yüzden teşvik yerine eğitim ve sosyal politikaların iyileştirilmesi öncelik olmalı.
Kadınların iş yaşamı zaten çocuk sahibi olduklarında kesintiye uğruyor. Bunun çözümü herkesi sınavsız memur yapmak değil. Zaten kamuda atama bekleyen binlerce öğretmen, uzman varken, sadece üç çocuk sahibi olduğu için birinin sınavsız alınması eşitlik ilkesini zedeliyor. Bir kadın sadece çocuk sahibi olmayı tercih etmediği için ötekileştirilecek.

∗∗∗
SOL FEMİNİST HAREKET ÜYESİ İLDA ALÇAY SEPETOĞLU: ÜRETİM NESNESİ HALİNE GETİRİLİYORUZTürkiye’deki en temel sorunlardan biri, güvenceli bir gelecek meselesi. Bugün liselilerden üniversitelilere, emeklilerden kadınlara ve genç işsizlere kadar milyonlarca insan bu güvencesizliğe karşı mücadele veriyor. Bu düzende en çok biz kadınlar sömürülüyoruz. 23 yıldır kurumsallaşmış bir rejim var karşımızda ve bu rejimin sömürü politikaları, özellikle tarikat ve cemaat ağlarıyla iç içe geçmiş şekilde, güvencesiz bir gelecek üretiyor.
Meclise sunulan yasa teklifiyle birlikte şunu görüyoruz: Bu düzende bir kadın olarak hak talep edebilmek için yetenek, eğitim ya da liyakat yeterli değil. Ancak üç çocuk doğurmuşsanız bir güvence vaadi sunuluyor. Oysa bizim talebimiz eşitlik, adalet ve liyakata dayalı bir sistem olmalı. Bu mücadele aynı zamanda laiklik mücadelesidir. Çünkü laiklik, hem toplumsal cinsiyet eşitsizliğine hem de bu sömürü düzenine karşı kadınlar için bir can simididir.
Bu tarz teşvikler yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Dünyada da, örneğin ABD ve İtalya gibi ülkelerde, aşırı sağ iktidarların nüfusu artırma baskısı sürüyor. AKP’nin üç çocuk politikası da bu bağlamda değerlendirilmeli. Erdoğan daha iktidarının ilk yıllarında bunu gündeme getirdi. Bu yalnızca siyasal İslamcılık değil, aynı zamanda neoliberal bir sömürü düzeni kurma hedefinin parçasıydı. Genç nüfusun artırılması, ucuz iş gücü üretme arzusunun açık bir göstergesiydi.
Kadınlar bu düzende hem kontrol edilmekte hem de ihtiyaç duyuldukça piyasaya çocuk üretmek üzere çağrılmakta. Kadınlar birer üretim nesnesi haline getiriliyor. Üç çocuk politikası bu kontrolün bir aracı.
Ayrıca bu yasa tasarısı, zorunlu eğitim tartışmalarıyla da bağlantılı. Eğitim giderek kamusal bir hak olmaktan çıkarılıyor. 3+1, 2+2 gibi sistem değişiklikleriyle zorunlu eğitimin içi boşaltılıyor. Bu durum, parası olanla olmayan arasında büyük uçurumlar yaratıyor. Parası olan iyi eğitim alabilirken, yoksul ailelerin çocukları (özellikle kız çocukları) erken yaşta evlendiriliyor, çalıştırılıyor ve güvencesiz bir yaşama mahkum ediliyor.
Yoksullukla birleşen siyasal İslamcı politikalar, hayatımızın her alanını kontrol altına alıyor. Tarikat ve cemaat yurtları, Kuran kursları gibi yerlerde çocuklar istismar riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu nedenle bu yasa sadece istihdam değil, daha büyük bir toplumsal dönüşüm projesinin parçası.

∗∗∗
ADIM ADIM TAHAKKÜM• En az üç çocuk söylemi: AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan 2008’den itibaren her fırsatta ailelerin en az üç çocuk yapması gerektiğini dillendirdi.
• Kürtaj karşıtlığı büyütüldü: Kürtaj ve sezaryen karşıtlığı, doğrudan kadın bedenini denetlemeyi hedefleyen söylemlerle bir arada yürüdü.
• Kadın değil aile öncelendi: 2011 yılında Erdoğan, "Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli" dedi. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kuruldu.
• İstanbul Sözleşmesi feshedildi: Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olmuş fakat aynı zamanda 20 Mart 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararıyla çekilerek sözleşmeden çekilen ilk ve tek ülke oldu.
• 6284 ve nafaka hakkı hedef alındı: Kadına yönelik şiddetle mücadelede temel yasal dayanak olan 6284 sayılı yasa ve boşanma sonrası kadının ekonomik güvenliğini sağlayan nafaka hakkı, İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasıyla paralel bir biçimde, gericiler tarafından hedef alındı. Yandaş medya organlarında, erkek mağduriyeti söylemiyle bu hakların "kadının elinde silaha dönüştüğü", "nafakanın ömür boyu sürdüğü için adaletsizlik yarattığı", hatta "6284’ün iftiraya açık olduğu" gibi asılsız iddialar yaygınlaştırıldı.
• Toplumsal cinsiyet kavramı yasaklandı: Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı genel müdürlüklere ve 81 ilin müdürlüğüne “Toplumsal cinsiyet ve bazı kavramların kullanımı hk." konulu bir yazı göndererek “toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet kimliği”, “LGBT”, “kapsamlı cinsellik eğitimi” gibi kavramlara karşı ortak bir tutum takınılması gerektiğini savundu.
∗∗∗
KADINLAR İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN VAZGEÇMİYORİstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de imzalanarak yürürlüğe girmişti. Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olmuş fakat aynı zamanda 20 Mart 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararıyla çekilerek sözleşmeden çekilen ilk ve tek ülke oldu.
Bu kararda gerici grupların uzun süredir yürüttüğü sözleşme karşıtı kampanyalar etkili oldu. Bu çevreler, sözleşmede yer alan "toplumsal cinsiyet eşitliği" ilkesini aile yapısını tehdit eden bir unsur olarak görüp hedef aldı.
AKP iktidarı da, özellikle seçim sürecine girilen dönemde, bu taleplere kulak vererek muhafazakâr seçmen tabanını konsolide etmeyi amaçladı.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış gerekçesi olarak sıkça, "Zaten iç hukukumuz kadınları koruyor" ve "sözleşme LGBT propagandası yapıyor" gibi söylemler öne sürüldü.
Sözleşme’den çıkılmasının ardından 6284 no’lu yasa da hedefe oturtuldu. Kadına yönelik şiddette kadın cinayetlerinde büyük bir artış yaşandı. İktidar kadınların kazanılmış haklarını sistematik olarak hedef almaya devam etti.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre, 2024 yılı en çok kadın cinayeti ve şüpheli kadın ölümünün gerçekleştiği yıl oldu. 394 kadın cinayeti ve 259 şüpheli ölüm gerçekleşti. Bu veriler, platformun veri toplamaya başladığı 2010 yılından bu yana kayda geçen en yüksek rakamlar oldu. İktidar kadınlara evin yolunu gösterirken kadınların yüzde 57'si kendi evlerinde öldürüldü. Kadınlar önleyici politikalar talep ederken sessizliğini koruyan rejim ‘’toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi kavramları hedef alarak doğum teşviki yapmakla meşgul.
BirGün