Doğayı notalarla seslendiriyorum

Tuğçe ÇELİK
Oytun Bektaş’ın tek kişilik müzik projesi olan Tir, organizasyon şirketinin güvenlik ve lojistik gerekçesiyle İstanbul ve Ankara’da gerçekleşecek konserleri 2026’ya ertelemesi nedeniyle Türkiye’de müzikseverlerle buluşamayacak. Erteleme kararı verilmeden önce Tir üzerine konuştuğumuz Bektaş ile göçün sanatsal üretimine etkisini ve müziğe bakışını irdeledik.
Türkiye’deki geçmişini orta yaşlarına yakın periyotta bırakarak Avustralya’nın Sidney kentine göç eden sanatçının zihin ve ruh dünyasını notalardan, iç içe geçen derin vokallerden takip etmek mümkün. Bektaş, tek kişilik bir müzik projesi olan Tir’de hem besteci hem icracı hem de yapımcı. Bektaş müziğe yaklaşımını “Müzik benim için bir gösteri değil; süssüz, doğrudan bir ifade biçimi. Dark folk ya da synth gibi etiketler çoğu zaman bu anlatının sığ kıyılarında kalır. Çünkü bir türden çok bir atmosfere sesleniyorum. O atmosferin içinde tarih var; yalnızlık, ağırlık, toprak ve bazen de eski bir fotoğrafın rengi” diye özetliyor.
“Dark folk ya da dungeon synth gibi türler Türkiye’de hâlâ dar bir dinleyici kitlesine sahip ama bu, potansiyel olmadığı anlamına gelmiyor” diyen Bektaş, bu müziklerin hızlıca tüketilip unutulmak için değil; yavaş dinlemek, içine girmek ve zamanla yer edinmek için olduğuna dikkat çekiyor. Bektaş, “Kalabalık peşinde değilim; doğru insanlara ulaşmak benim için en anlamlı karşılık. Üretim sürecim buna paralel gidiyor. Bazen sokakta yürürken bazen gökyüzünü izlerken ya da bir kitap okurken… Sessizlikle başlıyor her şey; şehirden de besleniyorum ama doğa ve evrenle kurduğum bağ daha kuvvetli. Hiçbir şeyin hızına kapılmak istemem; acele ettiğimde ortaya çıkan şey bana ait olmuyor. Bu yüzden süreç ne kadar sürüyorsa o kadar sürsün” diyor.
ZAMAN FARKLI İŞLİYORDoğayı notalarla seslendirerek yarattığı atmosferin göç etmesiyle ilişkisini de tanımlıyor Bektaş. “Avustralya’da yaşamak sesleri daha da derinleştiriyor” diyor ve devam ediyor: “Zaman burada başka bir ritimde akıyor; sanki 80’ler ve 90’lardan kalma bir sessizlik hâlâ havada asılı duruyor. Kalabalık uzaktan geliyor, dünya daha yavaş dönüyor. Bu izolasyon zaman zaman deliliğe yaklaştırsa da yaratıcı bir içe dönüşü mecbur kılıyor. Belki bu yalnızlık olmasa Tir bu denli köklere dönük, içsel bir anlatıya sahip olamazdı.” Zamanı algılama biçiminin müzikal üretimine etkisini değerlendiren sanatçı, “Zamanı dairesel bir yapı gibi düşünüyorum; bu yüzden eskiyle yeniyi aynı odada oturtmak bana doğal geliyor. Tir’de kullandığım geleneksel motifler birer anıt gibi duruyor; onların üzerine yağan synth katmanları ise bilinmezliğin sesi. İkisinin yan yana, çatışmadan, birbirini tamamlayarak var olması bana daima estetik bir oyun alanı sundu” diye açıklıyor.
∗∗∗
MİTOLOJİ İLE ELEKTRONİK MÜZİĞİ BİRLEŞTİRDİBektaş’ın Urfa’daki Göbeklitepe için yaptığı bir albüm de var. Sanatçı bunu şöyle açıklıyor: “Tarihi bazen toprak altından gelen bir uğultu gibi hissediyorum. ‘Ruins of Xibalba’ o uğultunun peşinden gitme isteğimle doğdu. Göbeklitepe, insanlık tarihinin bilinen en eski anıtı; topluluğun ve bilincin ilk izlerinden biri. O taşlar, zamana bırakılmış bir dil, kadim bir düşünce sisteminin ilk yankıları. Taşıdığı sessiz anlamı, elektronik müziğin çağdaş diliyle yeniden yorumlamak istedim. İlk bakışta çelişkili gibi görünüyor; eskiyle yeniyi, mitolojiyle makinayı buluşturmak. Ama sanatın en güçlü yönü farklı çağlar arasında köprü kurabilmesidir. Geçmişi, bugünün araçlarıyla kurmazsak sadece bir müze objesi olarak kalır. Kosmos’un bilgeliğiyle toprağın hafızasını aynı yapı içinde çağırmak benim için bir adak gibi.”
BirGün