Deniz Göktaş: Baştaki heyecanımı bulmaya çalışıyorum

Ömür Şahin KEYİF- Edinburgh
TuzBiber Stand-Up’ın düzenlediği Türkçe Komedi Haftası, Fringe Festivali kapsamında İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da.
Son zamanların en başarılı komedyenlerinden Deniz Göktaş da hafta başında sahnedeydi. Göktaş’la üçüncü kez geldiği Edinburgh’da buluştuk, yedi yıldır süren stand-up serüveninin nasıl gittiğini konuştuk.
Fringe nasıl gidiyor?
İkinci kez gelişim. ODTÜ’de bütün amatör toplulukların geldiği tiyatro şenliği oluyordu. Bir günde dört, beş oyun… Çok seviyordum, çoğu metni ilk kez orada izledim. Fringe onun dünya versiyonu gibi. Burası birçok komedyen için hayali kurulan bir yer. Biz Türkçe yaptığımız için, o ekosistemin tam parçası değiliz, ama buraya gelmek, onların çıktığı salonlarda çıkmak, yerel komedyenlerle tanışma şansımızın olması güzel.
İngilizce yapmayı hiç düşünmez misin?
Yok, İngilizcem o kadar iyi değil. İlk Edinburgh’a geldiğimde üst yazı yapalım mı diye sormuşlardı. Bizim için mümkün değil. Dakika başı isim geçiyor. Mehmet Ağar gibi. Yerel referans çok. Ama ileride belki bir 10 dakikalık deneyebilirim.
“SEYİRCİLER FARKLI”Türkiye’deki izleyicinle yurtdışındaki izleyicin arasında nasıl farklar var?
Berlin, Londra ve buradaki seyirci bile farklı. Mesela Hollanda’daki seyirci daha politik doğrucu. Berlin’deki seyirci çok politik; Türkiye’de bir gün önce olmuş olaya bile benim kadar hakim, politik şakaları seviyorlar. İskoçya’da diğer ülkeler kadar çok oyun oynamadığım için çok iyi bilmiyorum ama bir komedi kulübünde ilk çıktığımda politik şeyler biraz uzak kalmıştı. Çıkışta da birkaç kişi, çok politik geldi bize demişti. Ama mesela Berlin’de de yetmiyor, daha politik, daha politik…
Türkiye’de ve yurtdışında yaptığın gösterilerin metinleri arasında fark var mı?
Türkiye’de riskli olup burada söyleyebilirim gibi bir fark yaratmamaya çalışıyorum. Esas iskeleti aynı kalıyor. Ama ilk geldiğim gösterilerde o zaman çok fazla yakın arkadaşım yurtdışına taşınmıştı, öyle bir öfkem vardı. Seyirci her güldüğünde moralim bozuluyordu, biz demek ki iyi anlaşacak insanlarız, neden buraya geldiniz gibi. Onun üzerine beş, 10 dakikam vardı; göçmen olmaya, o küskünlüğe dair…
Hiç arkadaşın kalmadı mı?
Çoğu gitti. Beşinci yılları onların buralarda. Kendi dertleri var artık, göçmen olma derdi. Dönmeyi düşünenler var, düşünmeyenler var. Artık destek olmak dışında bir seçenek kalmadı. Biraz da ülke sandığımdan daha kötüye gitti, o yüzden argümanlarım zayıfladı.
“ŞAKA YAPARAK SOSYALLEŞİYORUM”Yurtdışında yaşamaya karşıyım, diyorsun…
Türkiye’de günlük hayatı benden daha kötü birçok insan var, kadınlar, LGBTİ’ler ya da ekonomik olarak hak ettiğini alamayanlar… Onlara bir şey diyemem tabii ama… Bana şu garip geliyor; 25-30, kendini en çok keşfettiğin yaşlar ve birçok gündemin oluyor, nasıl bir hayat yaşayacağım, şöyle biri mi olacağım, hangi şehirde hangi işi yapacağım… Buraya gelen insanlar, bambaşka bir noktaya geri dönüyorlar. “İngilizcem kötü beni salak sanıyorlar” diyen var mesela. Hollandaca öğrenen bir arkadaşım var, 25-30 yaş arasını Hollandaca öğrenmekle geçiriyor ve esas dertleri çok arka planda kalıyor.
Bir de çocukluğumdan beri şaka yaparak sosyalleşen biri olduğum için başka bir dile ne kadar hakim olursan ol, oraya ulaşması çok zor geliyor. Bir yandan da böyle konuşmak şımarıkça bir şey. Herkesin kendi sebebi var kimse kolay kolay orayı bırakmıyor.
“PSİKOLOJİYLE İLGİLİ ÇOK AZ ŞEY BİLİYORUM, SAHTE DİPLOMA GİBİ”Diploman var mı?
Psikoloji mezunuyum. Çok az şey biliyorum Psikolojiyle ilgili. Sahte diploma gibi.
Son dönemde de sahte diploma skandalıyla iyice su yüzüne çıkan liyakatsizlik meselesi, gençleri umutsuzluğa sürüklüyor mu? Sen nasıl baş ediyorsun?
İnsanın bir üzülme, sinirlenme kapasitesi var, oraya gelince artık, bir yerden sonra, komik gelmeye başlıyor. Diplomam hâlâ elime geçmedi diye Şikâyet Var’a yazan insanlar falan…
İstanbul’a 2018’de Sinema Yüksek Lisansı yapmaya gelmiştim, o zaman da yine birçok adaletsizliği hissettiğimiz zamanlardı. Ama kredi veriyordu devlet, aylık bin lira ve onla İstanbul’da zor da olsa yaşayabiliyordum. O sayede stand-up’a başladım, o sayede İstanbul’da kalabildim. Şu an ekonomik olarak bir öğrenci için bu imkânsız. Tiyatro, sinema kulübüne gidemiyor artık öğrenciler çünkü çalışmaları gerekiyor part-time. Herkes çalışıyor, aileden gelen bir avantajı yoksa.
O çocuklar hiç sosyalleşmiyorlar hayatları boyunca, hayatlarının en parlak zamanlarında çalışmak zorundalar.
Derslere dair de büyük bir anlamsızlık yaratıyor bu. Diploma aldığımda işim olacak mı? Diplomam olmasına rağmen diplomasız biri tercih edilebilir doğru bağlantıları kurduysa. Eylem dönemindeki gençlerde de onu gördüm, hiçbir gelecek yok gibi görünüyordu. Böyle olunca yurtdışı parlamaya başlıyor, Türkiye ne kadar hoşuna giderse gitsin. Argümanım tükendi dediğim o…
“SİNEMACI OLMAK İSTİYORDUM”
Stand-up’a başlayalı yedi yıl oldu. Nasıl gidiyor?
Bu işe başladığımda çok keyfine çıkmıştım. Sinemacı olmak istiyordum. Sinema ekonomik olarak zor olduğu, uzun sürdüğü için Açık Mikrofon’da bu hikâyeleri deneyeyim diye çıktım. Arkadaşlarımın önüne çıkıyordum, komik gelen şeyleri yazıyordum, ağzıma geleni söylüyordum, kendim gülüyorsam yapıyordum. Çoğu insanın sevdiği şey de oydu bence. Sahnede hareket bile etmiyordum, istemedikçe.
Böyle bir şey hiç beklemiyordum. İlk büyük sahnede çıkmaya başladığımda, yazamadığım bir dönem yaşadım.
Fark ettim ki insanlar evden çıkıyor, program yapıyor, Türkiye gibi bir yerde bilete para veriyor. En bana uzak kişiyi bile, ‘en azından çocuk uğraşmış’ dedirtecek bir şeyle eve göndermek hissi ekledi bana sahnelerin büyümesi.
O yüzden o dönem zordu, sesimi kaybettiğim, biraz hizmet sektörü gibi hissettiğim… Şimdi tekrar en baştaki heyecanımı bulmaya çalışıyorum.
Nasıl?
İzledin dün gösteriyi, yarısında isimleri geçiyor Türkiye siyasetinden. Onlarla tamamen vedalaşmak değil ama daha 10 yıl sonra dinlendiğinde de anlamlı olacak bir şey bulmaya çalışıyorum.
Mehmet Ağar 20 yıl önce de anlamlıydı…
Sağolsunlar onlar zamansız… Maalesef…
Politik mizahtan uzaklaşmaktan mı bahsediyorsun?
O her zaman olur, zaten kafam öyle çalışıyor ama, o ilk başta bulduğum heyecana yakın da bir şey arıyorum. O zaman bu konularda mizah az yapılıyordu. Şimdiki ne acaba? Ben seyirci olsam neyin eksikliğini hissederdim?
“KOMEDİNİN OLAYI TERS KÖŞE”Bir yerden rahatsız ettin, biz ona alıştık şimdi başka bir yerden mi rahatsız etmeye çalışıyorsun?
Komedinin esas olayı, en azından bizim yaptığımız tarzda, biraz o gibi: sürpriz, ters köşe. Seyirciyi şaşırtan, güldüren şey o. Ama seni çok dinleyince insanlar, podcastlar, röportajlar, gösteriler, artık çok tahmin edilebilir olmaya başlıyor. Biraz ondan kurtulmak için de böyle bir şeye gitmek istiyorum.

Zaman içinde seyirciyle aranda bir güven ilişkisi oluşuyor mu?
Bence her komedyen-seyirci ilişkisinde oluyor. Bende de var. Ama onun sınırlayıcı yanı da var. Bir tane bile onun dışında bir şey söylediğinde, mesela başka bir komedyen söylediğinde ona gülecekken senden beklemediği için hayal kırıklığına uğrattın gibi bir gözle bakıyor.
O açıdan da insanlar güvenli hissediyor. Rahatsız olmayacağını bilerek geliyorlar. Bir yandan da sana o yüzden sevgi duyuyor… Bu sefer benim için çok dar bir yol başlıyor, hem onları şaşırtmak hem de hayal kırıklığına uğratmamak zorundayım.
Kendini modifiye etmen gerekti mi, küçük salonlardan bir anda büyüyünce?
Dürüst cevap verirsem kesin etkiliyordur. Ama insan içindeyken kendini kandıracak bir şey buluyor. Bariz şekilde sahneler büyüdü ben artık eski şakaları yapmayayım gibi olmuyor da, yıllar geçiyor bir bakıyorsun, ‘a ben bu konuda daha sivriymişim’ diyorsun.
“AVUKATLAR 50 ŞAKAMA LAF ETMİŞLER, BEN BİRİNİ ÇIKARDIM”Her metnini avukata yolluyor musun?
İlk gösteriyi yayınlamadan önce göndermiştik. Avukatlar işleri o olduğu için her şakaya yüz tane şey yazdılar. Biz şehir şehir dolaşıyoruz, yılda 100 gösteri yapıyoruz, Buna ne tepki verilir, başıma iş gelir mi gelmez mi, avukattan daha iyi anlıyor hale geliyorsun. İlk gösteride, avukatlar toplam 50 şakama laf etmişler. Ben sadece birine hak verip, bir kelimeyi çıkardım. Geri kalan 49’unu tuttuk ve bir şey olmadı. Ama tabi sonu belli olmaz (Gülüyor) Ama bunu (İkinci gösteriyi) göndermedim kimseye.
“BENDE SOSYAL FOBİ VAR”Ortamı okumayı nasıl bu kadar iyi öğrendin?
Bende sosyal fobi diyebileceğim bir şey var. Resmi tanısı yok da kendim birçok semptomunun gösteriyorum. Çocukluktan beri başkaları ne der, nasıl görünüyorum, bir şeyi yanlış mı yaptım. Çatalı yanlış mı aldım, siparişi yanlış mı verdim. Kendine başkaları beni nasıl görüyor üzerinden odaklısın, başkalarına bir hatam var mı… O yüzden stand-up’a başladığımda bende ne gördüklerini biliyordum. Çıktığım an şunu söylediğimi hatırlıyorum: Zayıf, sağlıksız, monoton konuşan, uzun saçlı biriyim… Ve ne beklediklerini de biliyordum. Biraz avantaj oldu.
Etrafın senle ilgili ne düşündüğünü bu kadar önemseyen biri olarak, şaka yapmak zor değil mi?
Samimiyet çocukluğumdan beri benim için karşı tarafın sınırlarıyla oynamak. Kırıcı konuşurum arkadaşımla şaka kisvesi altında, sonra da ‘küstük mü’ deyip gönüllerini alırım, sevgi gösteririm. Arkadaşlarım bununla hep dalga geçer.
“STRES YÖNETİMİM BAYAĞI İYİLEŞTİ”Yedi yıldır sahneye çıka çıka anksiyeten azaldı mı?
Sahne anksiyetesi azaldı. Ya da normalde tek başıma bir yere gidip yayınlanacak bir röportaj yapamazdım, stres yönetimim bayağı iyileşti. Harbiye’ye çıktığımda gösterim tam değildi, birçok yeri eksikti. 4 bin kişi karşısında o kadar gerilmedim. Ama mesela hâlâ hastaneye tek başıma gittiğimde geriliyorum.
Sosyal fobide, özellikle ergenlikte, sokakta yürürken bile hafif izleniyormuş hissi oluyor. Benim hayatımda şu anda bu durum gerçekten var gibi. Güneşli bir gün kazakla çıkmışım evden, havayı kontrol etmemişim. Akşam Twitter’a yazmış biri, “Deniz Göktaş’ı gördüm kazakla ne yapıyorsun abi orada”, diye. O açıdan ters etkiledi ama; ‘sahneye çıkan biriyim insanlar beni anlıyor, seviyor’un getirdiği eskiden olmayan bir özgüven de var.
“MANİFEST DİYE BİR GRUP ÇIKMIŞ, HABERİM YOK”Geçen seneye göre daha dinamik, ritmik birini gördüm bu sefer sahnede…
Gençliği kaçırmak, gençliğin güldüğü şeyi artık yapamıyor olmaktan çok korkuyor komedyenler ve doğru bir korku. Bunu doğal olarak da yaşayabiliyorsun. Günlük hayatta değilsin, dünya değişiyor, yapay zekâya bile uyum sağlayamıyorsun… Ben daha tabii başındayım ama şunu hissettim; üniversiteden koptum, Manifest diye bir grup çıkmış haberim yok, yetişmeye çalışıyorum. Aklın da eskisi kadar keskin çalışmıyor. O şakaları kolay bulamıyorsun. Daha aykırı davranmak kaba gelebiliyor…
O yüzden bilerek yaptığım bir şey değil ama eskisine göre daha kısa yoldan şakaya gelmeye çalışıyorum, daha az kelimeyle aynı şeyi anlatmaya çalışıyorum…
Eskiden gülmezseniz gülmeyin, bence bu komik, tavrım vardı. Yavaşlık, uyuzluk, sinir bozuculuk… Şimdi daha ritmik şekilde yapmaya çalışıyorum. Eskiden öğrenci evinden gelen gerçekten depresif, mutsuz, anlaşılmadığına inanan biriydim, şu an öyle bir lüksüm yok. Sahneye o kadar huysuz çıkarsam rol yapmış olurum.
“HUYSUZLUĞU SÜRDÜRMEK ŞIMARIKLIK OLUYOR”
Büyüdükçe daha mutlu mu oldun?
Mutlu değil de anlaşıldığım kesin. O öğrenci evinde bir şeyler yazdım ve şu an Edinburgh’da gösteri yapabiliyorum ve hâlâ arkadaş olabileceğim yüz insanla aynı odada bulunup beraber gülebiliyorum. Biraz şımarıklık oluyor o huysuzluğu sürdürmek.
Kitap yazmayı düşünüyor musun?
Podcast’leri ve Uykusuz’daki yazıları toparlayıp kitap olarak basmayı düşünüyorduk bir ara. Hâlâ öyle bir ihtimal var. Onun dışında yazılı dilime o kadar güvenmiyorum.
Çok isterim aslında, bence çok özgür bir şey çünkü. Sürekli içinde benim olduğum hikâyeler anlatmak zorunda olmak hayal gücü açısından dar bir yol.
Başka bir karakter, dünya hakkında bir şey yazmaya çok hevesliyim. Ama bambaşka bir alan, o kadar kitap okuyan biri de değilim artık maalesef. Stand-up’ta ve podcast’te kurtarıyor ama edebiyata çok uzak geliyor.
“PODCAST’E DEVAM ETMEK İSTİYORUM”Podcast devam edecek mi?
Devam etmek istiyorum. İki yıl önce yapmışım son bölümü, Sahne işleri ayda 10-15’e ulaşınca oraya mesai ayıramamaya başladım. Podcast’i 15-20 günde yazıyorum. Dönüp bakınca bir, iki bölüm dışında hepsini çok seviyorum. Giderek iyileşti de, acele yapılmış üç, dört bölümle o seriyi bozmak istemiyorum.
Stand-up sayısını azaltıyor musun?
Bu yaz toplam iki gösteri yaptım. Senaryo yazmaya, bir şeyler izlemeye çalışıyorum. Yıllar sonra oraya geri döndüm. Şu anda bir film yazıyorum bayağı da iyi gidiyor.
“SAATLERCE PEYK DİNLİYORDUM”Gösterin gibi röportajı da İrfan Abi’yi anarak bitirmek istiyorum. Sonunda neden Peyk çalıyorsun?
İstanbul’a ilk taşındığımda çok yalnız hissediyordum. Hisarüstü’nde yaşıyordum, Boğaziçi’ne yakın. Bedava yemekhanesine gidiyordum. Oradan Kadıköy’e gidip geliyordum, 1,5 saat. Ve çok yabancı geliyordu İstanbul, insanlar… Arkadaşım yok falan… Komedi gösterisine giderken de neşeli olmanız gerekiyor. Peyk dinliyordum hep, saatlerce, sadece Peyk… Çıkınca gösteri kötü geçtiyse daha melankolik şarkılar… Sonra gösteri yapmaya başladım, Peyk şarkıları çalıyorduk girişte. Sonra İrfan Abiler de öğrenmiş onu. Gösterime gelmişlerdi Peyk olarak. Hatta hatırlıyorum, toplam 50 kişi var, beşi onlar… Annem, babam gelmiş gibi, jüriymiş gibi onlara bakıyorum, gülüyorlar mı… Bayağı sevdiler. Sonra İrfan Abi’yle başka bir yerde de oturduk başka bir şeyler de yapmak istiyordu… Selam Selam’ın sonunda da çalıyor jenerik akarken Don Kafa. Onlar da severek kabul ettiler, benden çok uğraştılar.
Biraz o yüzden… Üzülüyorum ama, onunla beraber geziyormuş gibi hissettiriyor…
BirGün