Apsolit’in hikâyesi

Ümit GÜÇLÜ
Bazı hikâyeler vardır, insanın içine işler; çocukluğun kırılgan sularında büyür, kentin kalabalığında yankılanır, bir melodinin içinden geçerek anlatı olur. Apsolit böyle bir hikâyeyi sahneye taşıyor. İbrahim Barulay’ın yazıp canlandırdığı bu oyun, sınır köylerinden birinde doğan İsmail’in gözlerinden bakıyor dünyaya.
İsmail, ailesiyle büyük şehre göç ettiğinde yalnızca yerini değil, anlamlarını da yitiriyor. Ancak o, duyduğu her sesi bir ezgiye dönüştürebilen 'apsolit kulak' yetisiyle, hayatı başka bir düzlemde deneyimliyor. Bu olağanüstü yetenek, bir çocuğun hem biricikliğini hem de toplumsal yükleri nasıl sırtladığını gösteriyor bizlere. Kentsel dönüşümün gri duvarları arasında, çocuk haklarını, göçün ağır gölgesini ve dilin kimlikteki yerini düşünmeye çağırıyor seyirciyi.
İsmail’in hikâyesi sadece bir çocuğun büyümesi değil, aynı zamanda adalet, aidiyet ve sesini duyurma çabasıdır. Ve sahnede yalnızca bir karakter değil, bizlerin unuttuğu bir iç ses de konuşur onunla birlikte. İbrahim Barulay ile bir araya geldik ve Apsolit İsmail’i konuştuk.
Apsolit İsmail nasıl gelişti?
Apsolit İsmail, blues bir riff üzerine söz yazdığım ve oyunda dinlediğimiz Ray Charles Çığlığı adlı şarkıyla derinleşti, bir yüzleşme yarattı bende. 4 yıl sürdü bu sancı. İsmail ve etrafındakileri keşfetmem onların ağzına, tavrına göre düşünüp, laf yazabilmem uzun yürüyüşleri beraberinde getirdi. İsmail’in umudu, pür neşesi, dilinde ve müziğinde saklıydı. Teori ve pratikte müzik mesaisi yaptım. Oyunun müzikleri kendi zamanını ve hikâyedeki yerini buldu. İsmail’in güzel arkadaşları, gizli öğretmenleri oldu. Dört yıl her gün İsmail’e mektup yazdım. Ayıklanması gereken onlarca hikâyesi, onurlandırması gereken onlarca insanı var.
Apsolit İsmail, göçün, çocuk haklarının gölgesinde büyüyen bir figür. Nasıl yorumlarsınız?
Oyuna Çocuk Hakları Bildirisi’nin ilk 3 maddesi ile başlıyoruz. Çocuk Hakları İsmail’in hikâyesinde onun için ama onu teğet geçen bir olgu. Göçle birlikte hayatında hiç karşılanmadı yargıların öznesi olarak buluyor kendini. Akranları onu yüceltirken, kendinden büyükler onu sistemin içinde yok etmeye çalışıyor. Okul arkadaşları İsmail’i “Her şeyi şiir gibi anlatan bir çocuk.” olarak görüyor ki bu arkadaşları dernekte çay dağıtan, sağda solda çocuk işçi olarak çalışan çocuklar. Bu çocukların hepsi haklarının gölgesinde büyütülüyor aslında.
İdealist bir öğretmen İsmail’i sahiplenmek istiyor ancak sistem engelliyor. Eğitime bir atıf mı?
Sevgi Öğretmen sistemin içinde ama sistemden taşan bir eğitmen. Karşılaşmaları bu coğrafyada potansiyel keşfinin ne kadar rastlantısal olduğunu gösteriyor. İsmail’in bu yeteneğini müdür “işe yaramaz” ailesi ise “cinlerin musallat olması” olarak adlandırıyor. Öğretmen sürgün edilirken, İsmail de sokakları evi belliyor. Bir taraf toplum dışına iterken diğer taraf lanetleniyor. İki taraf da farklıyı, parlayanı kendi yöntemiyle cezalandırıyor.
Ve İllegal Yusuf.
Yusuf Abi’nin söylemi depremden sonra netleşti. Depremde sahaya vardığımızda kahroldum. Hayatta olanlara gördüğümü, yaşadığım acıyı Yusuf Abi anlattı, ‘İllegal Yusuf’:
“Löp löp beton sıçıyorlar ömrümüze. Unutmamalısın ki gözünün görebildiği kadardır ömrün. Bu kan emiciler doymaz. Yarın cebinizdekine de göz diker bunlar."
"Ulan bu çok katlı mağaralara nasıl tamah eder insan? Yarın, bir gün altında kalırsınız, sesinizi duyan olmaz?”
Oyun, 23 Mayıs’ta Gölge Sahne’de, 29 Mayıs’ta Koma Sahne’de, 31 Mayıs’ta ise Kadıköy Boa Sahne’de.
BirGün