Mümtaz’er Türköne yazdı: Kurt yılgınları

Ahmet Şık, geçenlerde Ruşen Çakır’a şöyle bir söz söyledi: “Seçimle iktidar değişimi döneminin kapandığını düşünüyorum.”
Son zamanlarda sık dile getirilen “Kurt yılgını” pandemisinin temsil edici bir ifadesi. Pişmiş tavuğun başına gelmeyen işlerle boğuşan CHP’nin peşine takılıp sürüklendiği gündemlerin bıkkınlığı ile pes edenlerin, teslim bayrağı çeken karamsarların çoğalması gayet doğal. Karşıda da her şeye rağmen iyimserliğini sürdüren ve bıkmadan sebeplerini sıralayanlar var: Benim ve Ruşen Çakır’ın yaptığı gibi. Sosyal medyada rastladığım bir ikaz bana pek ciddi geldi: Umutlu olduğunu söyleyen birine, karamsar takımdan bir başkası, “Çok fazla Ruşen Çakır, Mümtaz’er Türköne okuyup dinleme!” diye ikazda bulunuyordu.
Doğru, iflah olmaz bir iyimserim. “Ört ki ölem” modundaki karamsarların nelerden dolayı umutsuzluğa kapıldıklarını da anlamaya çalışıyorum. “İnsanlar neden karamsar?” sorusuna bulduğum cevap çok basit. 25 yıllık AK Parti iktidarının zihinlerde yarattığı travma. Kaç kere umutlanmışlar, sonra derin hayal kırıklıkları yaşamışlar. CHP’li birinin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra, uzun süre bir rüyada olduklarını zannedecek olanlar bunlar. Açıklama sadece psikolojide. Sosyal psikolojiden yola çıkarak siyaset psikolojisine uzanan çok incelikli teorilere bakmanız lâzım.
İyimser kanadın gerekçeleri ise bütünüyle mantığa, muhakemeye ve en önemlisi acı gerçeklere dayanıyor.
Kurtlar sistemli ve örgütlü saldırılarla Karabaş’ın koruduğu koyun sürüsünü tırtıklıyor. Karabaş koşuyor, havlıyor, saldırıyor ama nafile. Kurtlar onu sürekli tuzağa düşürüyor. Sonunda pes ediyor? Pes edince ne oluyor? Kurt yılgını köpeğin hikâyesinin can alıcı noktası burası: Koyunlar tek tek parçalanıyor ve sürüde koyun kalmıyor.
Metaforu yanlış anlamamanız için açıklayayım: Koyun sürüsü ekonomiyi temsil ediyor. Yünü, sütü, eti, yağı olmadan halkı doyuramazsınız. Halk arada koyunların kaybından, yürürlükteki orman kanunlarına rağmen Karabaş’ı sorumlu tutabilir.
Tamam Karabaş tek başına, Kurtlar çok güçlü. Ama koyunları yiyerek yaşayan o değil, Kurtlar. Cevabını arayacağımız soru şu: Koyunlar bitince Kurtlar ne yapacak?
Cevap: Birbirlerini yiyecekler. Kemal Tahir’in hafızalara kazıdığı tek cümlelik Kurt Kanununu hatırlayalım: “Kurtlukta düşeni yemek kanundur.”
Kurt sürüsü patır patır dökülüyor.
Çelik çekirdeğin, özgül ağırlığı artarken küçülmesi bu kanun yüzünden. Karabaş yılgınlığından Kurt sürüsünde olup bitenleri, Kurtların çaresizliğini göremiyor. Yoksa ağılda açlıktan bir deri bir kemik kalan sürüyü peşine takıp özgür meralarda hükmünü sürdürebilir.
Siyasette her şey her şeyle bağlantılıdır; ancak bazı şeyler çok sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır.
Ahmet Şık’ın “Seçimle değişen iktidar döneminin kapanması” dediği, demokrasiyi esir alan “ben gitmem” krizi (resmî retorik olarak “emr-i hak vaki olana kadar”) ile; derinleşen, kronikleşen ve stagflasyonun eşlik ettiği ekonomik kriz arasında nasıl bir karşılıklı ilişki (etkileşimi kastederken “korelasyon” kelimesi kullanılır) var? Sebeplerle sonuçlar, birbirini besleyip büyüten dinamikler nasıl bir ilişki içinde?
Ekonomik rasyonalite ruh dünyamızda aksayabilir, pire için yorgan yakabilirsiniz; ancak siyasetin malzemesi gerçeklerdir. Doyuramadığınız halkı yönetemezsiniz. “Ben gitmem” krizi, açlığa ve sefalete yol açıyorsa el mecbur paşa paşa gidersiniz.
Siz cevap verin: Halkın yoksullaşmasında “ben gitmem” ısrarının payı ne kadar? “Hiç yok” diyen hiç yoksa, sonuç bal kabağı gibi ortada.
CHP’nin başına gelenler ve halkımızın CHP gündemleri, “ben gitmem” kararlılığının eseri, CHP’nin marifeti değil.
Peki bu kararlılık ne kadar sürer?
Bu sorunun cevabı için Kurt Kanununa eğilmemiz gerekir.
Yönetecek koca bir ülkeniz, bir yığın da sorununuz varsa işiniz çok zor demektir. Allahtan elinizde hükmetme araçları var. Tereddütler yaşasanız da sonunda sizin dediğiniz oluyor.
Mutlak Butlan davasının 8 Eylül’e ertelenmesi, CHP açısından bu küçük krizin sona ermesi anlamına geliyor. Son bir hafta yükseklerde tereddütler yaşandı ve sonunda bu operasyondan vazgeçildi. Bazen işin hakikatine ayrıntılardan ulaşabilirsiniz. Kılıçdaroğlu, mahkeme kararı ile partinin başına geçeceği güvencesi almasaydı, bu kadar açılıp dökülür müydü? Üç ay bu gerilimi sürdüremeyeceğine göre, demek ki kuş kafesten kaçtı.
Empati duygunuzu biraz da güç sahiplerine yöneltin.
Asa elinizden alınacak, ne yaparsınız?
Sımsıkı sarılırsanız, sizden sonrasını, sizden sonraya kalacak olanlar derin derin düşünür ve yanınızdan uzaklaşırlar. Çünkü suç işleyerek asayı elinizde tutarsanız, yarın-öbür gün (yani emr-i hak vaki olunca) asa ile bağları kalmayacağı için şerikleriniz hesap vermek zorunda kalacaklar. Zirvede yalnızlaşmanın hikmeti budur.
Hukuka ve halkın iradesine uygun bir şekilde asayı teslim edeceğinizi sözle ve tavırla gösterirseniz, çevrenizdekilerin sizden sonra kullanabilecekleri bir şansı olur. Bir derlenme ve toparlanmaya, kenetlenmeye yol açarsınız.
İktidar sahibinin psikolojisi, bu ikili seçenek arasında rüzgâr gibi gidip gelir. Ölçer, biçer, tartar kararını verir. Cayar, geri döner. Tereddütler yaşar. İhtimaller yavaş yavaş tükenir.
“Seçimle iktidar değişimi dönemini sona erdirmek” ihtimalinin, siyasetin gerçekleri arasında eriyip tükenmesi gibi.
Zor iştir iktidar sahibi olmak.
Onun da kendine has bir yılgınlığı vardır.
Gördüğünüz gibi iktidar değişimi için gerçeklere, karamsarlar yerine iktidarın psikolojisine eğilmemiz gerekiyor.
Medyascope