Analıktan kaynanalık moduna geçiş

Karacaoğlan, hasta yatağında yatarken, anasını düşlemektedir:
Günümüz halk şairlerinden İzzettin Dönmez, anaların çektiği sıkıntıları, özverisini, sevecenliğini, hoşgörüsünü, şiirlerinde dile getiriyor. Anasız olmanın burukluğunu ve korkusunu şöyle dile getiriyor:
“Bir yavru ceylanım, gurbet düzünde,
Etrafımı kurtlar, sarmış neylerim!
Tüm korkular, anasızlık yüzünden;
Gözlerime yaşlar dolmuş neylerim!...”
Minnet veya şükran bir insanın aldığı yardımdan dolayı duyduğu hoşnutluk duygusudur. Takdirin ve şükranın anlatımıdır. . Maddi değerlerle ölçülemez. Onun içi Âşık Sefil Selimi annesinin hakkının ödenmez olduğunu belirtiyor:
“Emzirdin besledin büyüttün beni, Anam senin hakkın ödenir mi ki? Türküyle ezgiyle uyuttun beni,
Anam senin hakkın ödenir mi ki?
…….
Tırnağıma taş değdiyse ah çektin, Rengim uçmuş olsa gözyaşı döktün, Benim için muhannete baş büktün,
Anam senin hakkın ödenir mi ki?
Yer yüzünü ihya etti etkisi, Ömrümüzün cennet alâ bitkisi,
Kutsaldır evlâdır ana yetkisi,
Anam senin hakkın ödenir mi ki?
Saygıda sevgide hürmette tadı, Dünyaya eş değer ananın adı,
Sefil Selimî’yi aşkıyla yudu,
Anam senin hakkın ödenir mi ki?Anaların ne hakkı ödenir, ne de gözyaşları diner. Kış günü, genç bir adam, evinin damındaki karları kürüyormuş. Anası da oğlu üşür hasta olur diye kaygılanıyormuş. Sürekli: "Yoruldun, terledin, hasta olursun. Yeter artık aşağı in” diye çağırıyormuş. Oğlunu aşağıya indirmek için ne söylediyse para etmemiş. Kadıncağız, bu kez, kundaktaki oğlunun oğlunu, yani torununu kucakladığı gibi karın üzerine bırakmış. Bunu gören adam, hemen aşağı inmiş. Çocuğunu kucaklamış. İşte o zaman babaanne; “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna” demiş.
Anne, sevgisini anlatan ve gelenek göreneklerimizde yaşayan pek çok atasözünü, deyimi, fıkrayı, maniyi, ninniyi, tekerlamayi, türküyü, halk şiirini sıralamamız mümkün. Hepsinin özü şu manide toplanmış:
“Ana başa taç imiş / Her derde ilaç imiş / Bir evlât pir olsa da / Anaya muhtaç imiş.”
Geleneğimizdeki anne, baba sevgisinin nedenini anlatacak daha güzel ne olabilir?
Türlü psikolojik etkiler, tepkiler, bilinç altından üst katmanlara esişler, kimi zaman anaları babaları (cavur) gavur ana veya gavur baba düzeyine getirir. Bu düzeyin temelinde, hayat deneyimi, mahalle baskısı, gelenek, görenekler, örfler törelerdir. Kanları deli bir coşkunlukla çağlayıp akan geçleri, anne babalarla karşı karşıya getiriş, kızgınlıkla, sevgi ve saygının yer yer mizah unsurları ile harmanlanışı türküler içinde vücut bulur.
Denizli Acıpayam yöresinin bir türküsünde umduğunu bulamayan komşu oğlu delikanlı şöyle söylüyor:
“…Evleri var bir kayanın düzünde
Böyle göz gaş m'olur gomşu gızında
Gavur annen duramadı sözünde
Çok yalvardım sözlerime gelmedi
Küçük gızım senin olsun demedi…”
Afyonkarahisar İhsaniye yöresinin türküsünde sevdalı delikanlının son umudu gavur değil ama zalim sandığı kız arasının kararına kalmıştır. Yoksa, kaderine razı olacak ama yine de sevgilisi ile bütün ilişkisini kesmeyecektir:
“ … Şu derenin ardı ceviz ağacı
o yârde bulunur gönül ilacı (da anam ilacı)
Zalim annen seni bana vermezse
Sen bana abey de ben sana bacı”
Gençlerin vuslat bağına ulaşmaları için pek çok engebeleri aşmaları gerekli. Mutluluğun zirvesine ulaşınca geride kalan acı anılar bile tatlılaşır, Manisa’nın sevilen “kımıldan” türküsünde damat zaferi ile övünüp kasılıyor:
“Ateş attım samana (da) Bak dumana dumana Senin zalim ananı Ben getirdim imana
Gımıldan gımıldan gımıldanıver
Ah şöyle nazlım gımıldanıver …”
Yarınki yazımda da türküler kanadında gezintimizi sürdüreceğim.
İstanbul Gazetesi