Joachim Trier, "Duygusal Değer" filminde asla iyileşmeyen aile yaralarını filme alıyor.

DÜNYANIN GÖRÜŞÜ – KAÇIRILMAMALI
Joachim Trier'in geçen Cannes Film Festivali'nde Büyük Ödül'ü kazanan altıncı uzun metrajlı filmi Valeur sentimentale'de bir imge dolaşıyor: kamera tarafından incelenen, gözünün köşesinde akmak istemeyen bir gözyaşının belirdiği bir yüz. Yüzeyin altında çok belirgin olan, ancak geri tutulan bir acı. Uzaktan gelen bu keder, on beş yıldır oyunculuk yapmayan ünlü film yapımcısı Gustav Borg'u (Stellan Skarsgard) ve aralarında karmaşık olduğu kadar uzak bir ilişki sürdürdüğü iki kızını, en büyükleri Nora'yı (Renate Reinsve) ve en küçükleri Agnès'i (Inga Ibsdotter Lilleaas) birbirine bağlıyor gibi görünüyor. İzleyiciye bu aile hikayesi boyunca güçlü bir duygusal yük eşlik ediyor. Filmin dörtte üçü geçtikten sonra gerçekleşen rüya gibi bir sekans içinde, üç karakterin yüzleri, siyah bir arka plan önünde, neredeyse canavarca kombinasyonların rahatsız edici bir oyununda birleşiyor ve bu hafif nemli gözler ışık altında her zaman öne çıkıyor.
Daha sıradan bir şekilde, üçlü aynı zamanda Oslo'da Gustav'ın ailesine ait eski bir evi de miras almıştı ve eski eşi Sissel'in eviydi. Sissel'in ölümü hikâyenin başlangıcını oluşturuyordu. Nora ve Agnes, kırmızı çizgili, bahçeli bu büyük, koyu renkli ahşap binada büyüdüler. Ebeveynlerinin tartışıp sonra ayrıldıklarını gördüler, psikolog annelerinin seanslarını gizlice izlediler ve büyük merdivenlerden aşağı koşma oyunu oynadılar. Nora ve Agnes'in büyük büyük büyükbabası da çok daha önce orada öldü ve büyükanneleri de acı dolu koşullar altında doğup öldü.
Bu makalenin %73,7'si okunmayı bekliyor. Geri kalanı abonelere ayrılmıştır.
Le Monde